Nerede o eski Ramazanlar!
İçinde bulunduğumuz Ramazan Ayı’nın ilk günlerinde de yazımızın konusu doğal olarak “11 ayın Sultanı’nı” içeriyor. Her nesil, içinde yaşadığı zaman diliminde, kendi çocukluğunun hislerine bürünür ve “Nerede o eski Ramazanlar” diyerek bir anlamda geçmiş yılları yâd eder. Sadece geçmişi değil, yaşanılan eğlenceleri, toplanılan harçlıkları, oturduğumuz sofraların çeşitliliğini, yaşadığımız şenlikleri de anarız bu yâd etme törenlerinde. Babalarımız, dedelerimizin anlattıkları kadar biliriz Ramazan’ın neden 11 ayın Sultanı olduğunu. Kırgınlıkların son bulduğu aydır Ramazan. Bir masanın etrafında toplanmaktır, dirliktir, birliktir.
Hadi, gelin Türk coğrafyasındaki Ramazan ayına bir göz atalım.
Geçmişten bu yana Orta Asya’da Türkler Ramazan Hilali’ni bir zaman aracı kullanırlardı. 30 gün tutulan oruçta iftarı görünen ilk yıldız, sahuru ise öten ilk horoz belirlerdi. Çocukların bahşiş alması da Ramazan’ın değişmeyen geleneğiydi. “Jaramazan” denilen bu gelenekte çocuklar evleri gezer, avuçlarını açarak kendilerine düşen kısmeti beklerlerdi. Hala yaşatılır bu gelenek ayrıca. Ramazan’ın bir başka özelliği mahalle ve misafir iftarıydı. Türkiye’de de yaşatılan bu gelenek, Orta Asya’da oldukça yaygın. Bir de akrabalara misafir olarak ziyaret edilmesi; dönüşümlü yapılan iftarları da unutmamak gerekiyor. Bir anlamda iftar, karnın değil kalbin de doymasını sağlıyordu.
Zimem Defteri ve Diş Kirası
Osmanlı İmparatorluğu döneminde de bu geleneklerin çoğu yaşatıldı, gerçekleştirildi. Ancak bir de sarayın koyduğu bazı kurallar ve uygulamalar vardı. Bunlardan ilki Tembihname’ydi. Gayrimüslimlerin de büyük değer verdiği Ramazan ayında yayınlanan bu tembihnamede davranış kuralları açıklanırdı. Burada genelde kurallar belirlenir; gayrimüslimlerin de bu kurallara uyulması sağlanırdı. Sarayın verdiği iftarlar oldukça kalabalık ve zengin sofralara sahip olurdu. İhtiyaç sahipleri bu sofralarda yer bulamasa da, kurulan çadırlarda yemeklerini yer, dağıtılan kumanyadan payını alırdı. Devletin dışında kişisel olarak yapılan yardımların en üst seviyede olduğu aydı Ramazan. Verilen yardımlar ve destekler meçhul bir kişi tarafından yapılırdı. Yani sol elin verdiğini, sağ el görmezdi. Zimem Defteri adı verilen bir uygulama bunun en güzel örneğiydi.
Vatandaşların birbirlerine yaptıkları yardımlar da gözle görünür ölçüde artış gösterirdi. Varlıklı bireyler, hiç tanımadıkları semtlerdeki bakkal, manav ve fırınlara girip Zimem Defteri yani veresiye defterini alıp içinden rastgele bir sayfa açar ve söz konusu kişinin borcunu tamamen öderdi.
Osmanlı döneminde iftar saati kapıyı kim çalmışsa kesinlikle geri çevrilmezdi. Zenginler kadar ihtiyaç sahipleri için de sofralar kurulurdu. İftarın ardından ise ev sahibi, yemeğe gelen misafirlerine Diş Kirası ismi altında hediyeler sunardı, para desteği sunulurdu.
Zamlar kesinlikle yasaklanır, fiyatlar düşerdi
Osmanlı İmparatorluk döneminde öyle bir yasa vardı ki; adaletin de simgesiydi adeta. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Ramazan ayında yiyecek ve eşya fiyatlarını devlet kontrol ederdi. Gıda maddelerine zam yapılmaması için ihtarnameler yayımlanır, diğer aylara göre daha ucuza satılması emredilirdi.
Ramazan ayının 12’nci günü ise diğerlerinden farklı geçerdi.
Kutsal emanetlerin bulunduğu Has Oda, temizlenir ve gül suyu ile yıkanırdı. Ardından öd ağacı ve amber yakılırdı. Devletin ileri gelenlerinin hazır bulunduğu törende, Padişah tarafından gümüş sandukanın içinden Hırka-i Saadet çıkartılır, vatandaşlara gösterimi yapılırdı. Ramazan Ayı denilince benim ilk aklıma gelen ise gölge oyunları. İftar ile sahur arasında başlayan bu eğlence yolculuğunda orta oyunlar izlenirdi.
“Nerede o eski ramazanlar?” diye dedelerimizin anlattıkları da, onların büyüklere anlattığı işte bu geleneklerle yaşatıldı zihnimizde. Yani büyüklerimi; bu özlem dolu cümleyi kurarken, Ramazan’ın sadece oruç tutulan bir ay olmadığını, birlikteliğin, paylaşımın, keyfin, huzurun arttığı hatıralarla süslendiğini dile getiriyorlardı.